24 Haziran 2010 Perşembe

Aferin bekleyen bebeler


Dünya üzerindeki ülkelerin bazılarında ve hatta bizim bazı kesimlerimizde, insanların inanış şekillerini bütünsel anlamda gözlemlerseniz, size ilkokul yıllarınızı hatırlatacaktır. Bu hem traji-komik bir durum, hem de inanan kişi için sonsuza uzanan riskler içeren bir durum...

İlkokul yaşlarındaki çocukların yaptırımlı ve ayıplamalı eğitimleri gibi bir tutum sözkonusu yani! Sanki kendi ruhumuzun bilgeleşmesi, aydınlanması, perdelerle üzeri örtülmüş o harika bilincimizin sadeleşmesi için değil de; birilerinden -aferin işitmek için- inanıyoruz!? "Ona dokunma; o cıs!", "Şunu dinleme, okuma bile; cıs!", "Aferin bak; hep böyle yap, böyle düşün!" gibi...

Bunları yerine getirince; daha büyük olanlarımızdan (büyük olmaları da zaten göreceli) bir ufak aferin onayını duyunca da, kendimizi gerçek inanç yolunda ilerlemekte olan cengaver gibi görüp, güya içimizi rahatlatıyoruz. Ama bütün aferincilik aslında bize tek bir şey dışında hiçbir şey katmıyor; buna ayılamıyoruz.

Aferin işitme çabası içindeki inanç türü, aslında ruhu sabit bir noktaya demirliyor, tek yönde ve kesinlikle yaptırımlarından, dogmalarından sapmayı kabul görmeyen bir yola sokuyor. Halbuki; evren sonsuz, Allah büyük ve merhametli... Ruhu bir yere demirleyen bir inançtansa, yine ana rotadan sapmadan, yani "Yaratıcı'nın keşfi ana teması" içinde, ama kendi serbestisini de bilen bir ruh olup, kendi öz keşiflerine izin vermek ne kadar da aydınlatıcı olur değil mi? İşte bu yaratıcı bir inanç olur. Bu aynı zamanda tabii ki; o sabit ve aferinci yolda ilerlemiş, sözde büyük ağabeyler durumuna gelerek, bizleri denetleme işine girmiş kişilerden de ruhen ve beynen kopmamızı sağlayacaktır! Yani sürekli karşı tarafa bakıp, "Aferin çocuğum" diyen o fosillerden medet ummaya bir son verip, pılınızı pırtınızı alıp, onlardan uzaklaşmış olursunuz. Daha cesaretli olur ve ondan-bundan utanan, ayıplanacağını düşünüp, utanan, ilkokula yeni başlamış çocuklar gibi traji-komik bir duruş çizmezsiniz. Doğru yolda ilerlediğinizi anlamak için onun-bunun ağzının içine değil, kendi özgür ve keşifçi ruhunuzun sesine kulak vermeyi öğrenirsiniz.

Bırakın o ilkokul çocukları birbirlerine bakıp bakıp, öğretmenlerinin onlara kabul ettirdiği edep ve tavra uymayan arkadaşlarını, ayıplayan gözlerle bakıp, eleştirmeye devam etsinler.

İnanın, bu tür bir inanç sistemi ile Yaratıcı yolunda ilerlemeye başladıktan sonra; o etrafınızdaki -sözde büyüklerin- ve onların eteklerinin altında, ağızlarının içine bakıp, aferin bekleyen, daha bu hayatın ilkokulunda okuyan bebelerin hallerine kıkır kıkır güleceksiniz! Zavallı ve bir türlü büyümeyen o öğrencilerin, aslında hayatlarında önlerine serilmiş ve keşfedilmeyi bekleyen bir çok gizemi, olayı kendi elleriyle ittiklerini öğrendiklerinde ise tabutlarının içinde olacakları bir gerçek!

Şimdi; size soruyorum. Siz hala ondan-bundan aferin işitme ve sadece içini geçici olarak rahatlamanın peşindeki gafiller misiniz, yoksa gerçekten inanç sahibi, keşifçi, aydınlık ve sonsuz ruhlar mısınız?


Arıza Adam Ömer



15 Haziran 2010 Salı

Ya bir çaycı olsaydım?

Ben oldum olası, dünyadaki adalet mekanizması, iş-güç, yetenekler, emekler ve karşılıkları ile ilgili düşünür dururum. Yorumsuzca başkalarının gölgesinde iş üretmek yerine, hiç bir şeyi sorgulamamak yerine, sürekli herkes gibi çalışıyor olsam da; bir yandan bu büyük mekanizmayı kafamda yorumlamaya çalışırım.

Şimdi; iş hayatında para kazanma, iş üretme ve mutlu olma üçgenini masaya yatırıp, size bir şey sormak istiyorum:

Örneğin bizim ülkede beden gücü ve fazla emek gücü kullanarak çalışanlar, hep en alt sosyal tabakada tutulurlar. Onların statüleri bizim ülkede otomatik olarak daha aşağılardadır. Ancak; batıda birçok ülkede bu olaydaki denge bizimki kadar sapmış değil. Şimdi işimiz batı ile değil ama... Kendimizle...

O ya da bu şekilde insanlar çalışıyorlar sonuçta. Bütün dünya düzeni şu an hala böyle yürüyor. Şu an bizim ülkede ve tabii bazı gelişmekte olan ülkelerde emek ve beden gücü ile iş üreten insanlar genelde en az paraları aldıkları halde, aslında bizleri onlar taşıyorlar omuzlarında. Az çalışıp, çok düşünüp veya çok konuşup, işleri bağlayanlar ve yönetenler ise kazandıkları paraları kasalarına doldurup, içkilerini de alıp, keyifle arkalarına yaslanıp, başarılarının tadını çıkartıyorlar.

Pekiyi; acaba şöyle bir denge kurulsaydı dünya bütününde, acaba siz neyi seçerdiniz?

Örneğin işçi de olsanız, çaycı da olsanız, otopark görevlisi de olsanız, çöp toplayıcı olsanız; diğer eğitime-öğrenime dayalı meslek sahipleriyle hemen hemen aynı parayı kazanacaksınız. Yani herkes tatmin olacak ve konfor şartlarını kendi dilediği şekilde sağlayabilecek. Tabii kendi algı sınırları ve beklentilerine bağlı olarak da, kimi daha komplike ve sosyal bir yaşam stili benimseyecek, pahalı elbiseler alacak, konforlu ve tam mimar işi evlerde oturacak, son model arabalara binecek, kimi ise kendi düzeyine ve görgüsüne göre aynı miktarda para kaynağına rağmen belki daha avam ve farkındalığı az olarak yaşayacak. Ama sonuçta kimsede geçim sıkıntısı olmayacak, herkes rahat edecek, hobilerine zaman ve nakit ayırabilecek.

Hatta bir imkanı daha olacak insanların. İsteyen, okumuş da olsa, profesör de olsa, zaten oranları herkesle olan maaş dahilinde, yine aynı tatminkar ücretle çaycılığı da deneyebilecek. Belki de insanlara hizmet ona daha önce hiç yaşamadığı şeyler katacak ve o işte devam edecek. Bugünün patronu, bir hafta sonra bir çaycı veya otoparkçı olarak da karşınıza çıkabilecek.

Nasıl olsa kazançlar arasındaki uçurumlar kalktığından, insanlar mesleklerini icra ederken, bugünkü sosyal ve maddi kriterlerin belirleyiciliğinde seçim yapmayacaklar yani.

Size sorumsa şu:

Böyle imkanların olduğu bir dünyada yine şu anki işinizi mi yapmayı seçerdiniz? Yoksa hayalinizdeki o çok uç mesleğe mi yönelirdiniz?

Ben şahsen böyle bir durumda, işe çok az düşünsel çaba gerektiren bir işten başlardım. İlk aklıma gelense insanlara çay dağıtan, elinde tepsi, üzerinde önlüğü, oradan oraya koşuşturan ve etrafına espriler patlatan bir çaycı olarak çalışmak... O işin duygusunu iyice benliğime yedirdikten sonra neye devam ederdim şu an onu bilemem, ama kısaca seçimim hizmet yönünde olurdu. Özellikle de sürekli beyin gücümü kullanmadığım, daha bedensel bir iş sistemi yani... Çünkü öyle şartlarda insan daha çok iç sesini temiz tutabiliyor ve ona kulak verebiliyor. Bence bu da bir ruhsal evrimleşme stili... Sakin, sessiz ve bol fiziksel eylem...

Eeee pekiyi, siz ne tür bir iş seçerdiniz bütün kazançlar adil olsaydı? Kim bilir, belki de yakında dünyada da zoraki ve sevmeden iş yapma sistemi değişime uğrar ha?



ARIZA ADAM VİDEOLARI için hemen tıklayın!