10 Mart 2025 Pazartesi

Üçüncü Sınıf Filmleri de seviyorum.

3f46Znp.md.jpg

Her akşam mutlaka bir film izlemeden yatmayan bir film sever olarak size bir şey anlatacağım.

Bilirsiniz; bazı filmler dünya çapında tanınmış film şirketleri tarafından yapılırlar ve o filmleri gerek sinemalarda, gerek dijital platformlarda en başlarda görürüz ve büyük bir iştahla onları izlemeye koyuluruz. Bu filmler bütçesi çok büyük yapımlardır. Genelde bu filmlerde dünya çapında 'star' kabul edilmiş yabancı oyuncuları görürüz. Gerçekten de bu filmlerde tam da hayal sınırlarımızı genişleten ve bir yandan da ayakları tam gerçekçi şekilde yere basan kaliteli çekimlere şahit oluruz. Bu filmlere kısacası 'birinci kalite filmler' diyebiliriz. Bu filmlerin hedef kitlesi, yapacağı hasılat çok önceden detaylıca belirlenmiştir ve film piyasaya sürüldüğünde, önceden matematiği yapılmış olan bu filmler gerçekten de bekleneni sağlamaktadır.

Diğer taraftaysa bu kategorinin aksine, fazla para harcanmamış, popüler oyuncuların kullanılmadığı, çekim kalitesi de orta ve hatta alt seviyelerde olan, ancak senaryoları oldukça ilginç ve yaratıcı filmler vardır. Bu bahsettiğim film kategorisi yani bildiğin 'kalitesi düşük' olan filmleri içerir. Bu kategorideki filmlere ise 'üçüncü sınıf filmler' demek istiyorum şu an...

Bu arada yazımda sanat filmlerini dışarıda tutuyorum.

Gözlemlerime göre izleyiciler ya ilk başta tariflediğim 'birinci sınıf Hollywood' tarzı filmlere biat ediyorlar, ya da sanat filmlerine... Üçüncü Sınıf filmleri izleyenlerin sayısı sanırım diğer iki kategorinin izleyicilerinden oldukça daha az... Bu ise bende, izleyicilerin genelde pürüzsüz bir kalite ve hatasızlık beklentisinde olduğu düşüncesini yaratıyor.

İşte bu noktada ben bu iki sınıftan ayrılıyorum. Çünkü pürüzsüz kalitedeki birinci sınıf filmlerin izleyiciye verdiği mesajlar o filmlerin arkasındaki akıl ve para desteğini sağlayan kişi ve firmaların onaylarıyla sınırlandırılmış oluyor. Cilalayıp, allayıp pulladıkları bu yüksek kalitedeki yapımların senaryo derinliği de buna oranla sınırlandırılmış oluyor. Toplum genelinin hap gibi yutabileceği, sınırları pek de zorlamayan, kazanç riski içermeyen ürünler ortaya çıkıyor.

Bense, senaristlerin ve yapımcıların işlerini daha özgürce ortaya koyabildikleri 'ucuz ve üçüncü sınıf' filmlerdeki o rahatlığı, umarsızlığı ve derin anlamları çoğu zaman tercih ediyorum. Aşırı efektlerle, usta çekimlerle parlatılıp, cilalanmamış bu filmlerde o kadar güzel düşündüren senaryolar var ki... Oyuncular tanıdık değil ve bu yüzden daha çok kişilere değil, filmdeki olaylara odaklanabiliyorum. Hatta bu kategorideki filmlerin konusu da basit çizgide olanlarını da sık izliyorum. Amerika'daki bir kasabada geçen seri katil hikayesi, sapık katilin bir insanı alıkoyup ona işkence yapması, insan eti yiyen manyakların olduğu küçük bir kasaba filmi gibi şeyler bunlar. Evet, bu tarz filmleri de arada izliyorum ve beklentimi bir kenara bırakıp, kendimi sadece o filmin senaryosuna teslim ediyorum.

Sonuçta film ister birinci kalite, ister üçüncü sınıf olsun, gerçekten de filme olan samimi yaklaşımımdan dolayı bir sürü duygu yaşıyorum ve o filmdeki insanlarla aynı deneyimi yaşayarak, ruhumu zenginleştirmeye devam ediyorum.

Tıpkı hayatımızdaki hayallerle gerçeklerin her zaman örtüşmemesi gibi, filmlere de tek bir objektiften bakmasak bu nasıl olurdu? Ayda kaç kere lüks bir restorana gidip, pahalı yemek yiyorsunuz? Yediklerinizde her seferinde aynı kaliteyi sağlayabilecek gücünüz ve imkanınız var mı?.. Bir sokak restoranından da zaman zaman büyük keyif almıyor musunuz?..

İşte ben bu duygularla sık sık üçüncü sınıf filmleri de izlemekten keyif alıyorum ve algılarım daha çok şeyi alıp, ruhuma katıyor. Tabii seçim sizin...


Ömer İlhami Dalman
AZRL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder