29 Ağustos 2010 Pazar

Büyük İstilaya doğru

Ben 1968 doğumlu, açık fikirli, hatta fazla açık fikirli (!), hakkında hem öyle, hem böyle denilen, yani kısacası medeni ve şöyle-böyle bir adamım!..

Benim liseli yıllarımda, çok sevgili şehrim İzmir’in Karşıyaka ilçesindeki o güzel günlerimde; teyzemlerle sık sık onların evinde buluşur, adeta video ayinleri düzenlerdik. “Ayin” dedim; çünkü biz ailece film izleme amaçlı sabahtan onlara giderdik ve ardı ardına beş adet filmi birbirine ekleyip, gece de onlarda kalıp, evimize öyle dönerdik. Hatırlıyorum da; teyzemin kızının boyuna göre çok büyük, ama son model, kaliteli yeşil bir vitesli bisikleti vardı. Ben de genelde üçüncü filmden sonra onlardan yarım saatliğine izin isteyip, mahallede o bisikletle hızlı ve havalı bir tur atıp, dönerdim. Sonra mesaiye aynen devam!..

Teyzemin ve benim korku-gerilim merakımızdan dolayı da daha çok gerilim, korku ve bilim-kurgu filmleri izlerdik. O yıllarda uzaylı ırkların, bazı Amerikan kasabalarındaki insanların içlerine bir şekilde mikrop gibi sızarak, onları sosyal ve toplumsal açıdan kendilerine nasıl köle ettiklerini işleyen bir çok bilim-kurgu filmi vardı. O filmleri izlerken adeta büyülenirdik, telaşlanırdık, korkardık.

Uzaydan
meteor gibi bir şey gelir; kasabanın kırsal alanlarında bir yere çakılırdı. Daha sonra olay yerine giderek, düşen nesneyi ilk merak eden kişinin bir şekilde üzerine sıçrayan ve onun içine giren bir yaratık sözkonusu olurdu genelde.

İşte o andan sonra, hatta adamın evine dönüşünden itibaren onu kendi karısı ve çocukları bile tanıyamazdı. Adamın beslenme şekli, nefes alış şekli, düşünce stili, felsefesi ve hayata bakışı tamamen değişirdi. Bol şekerli su içmeler, dolabı açıp, gecenin saat ikisinde çiğ et arama krizleri, karısı ile sevişirken garip sesler çıkarmalar filan!.. Ondan sonra güç bela karısıyla birlikte olduğu an, bir fırsatını bulup, ona da fişi bir taktı mı; ertesi sabaha karısı da onun gibi değişime uğramaya başlardı. Ondan sonra alın size başkalaşıma uğramış canavar bir aile!..

İnsanlar o etkileşimden sonra hayata bakışlarını da yüzseksen derece değişime uğramış halde bulurlardı. Uzaydan gelmiş, içsel bir direktife doğru rotalanmış bir biat ediş halinde, anlamsız ama memnun bir yüz ifadesi ve nedense etraflarındaki herkesi de uzaydan gelen o direktifin siparişiyle değişime uğratma çabası!..

Tam nedenlerini kendileri de bilmeden kapıldıkları bu zararlı büyünün etkisinde, yaşamakta oldukları kasabanın bütün orijinal öğelerini de bozup, çökerterek, herkesi kendileri gibi renksiz, bir örnek hale sokup, o ulvi şeytani titreşime sokmayı tek amaç edinirlerdi. Sanki karşılığında bir şey alıyorlarmış da; ellerinden geleni yapmak zorundalarmış gibi!..

Halbuki olan şey; sadece yıllardır beslenmeyip, aç bırakılmış manevi yapılarının, dışarıdan gelen ani, yabancı bir güç ile kendini şaşırıp, bir anda yanlış enerjilerle beslenip, açlığını yatıştırmasından ibaretti.

Bütün bu ana konu çerçevesinde; o günlerdeki bilim-kurgu filmlerde, koskoca bir kasabanın şeytani bir varlık veya titreşimin peşine takılarak, hızla ve toptan başkalaşıma girdiğini ve dünyanın adım adım elden gittiğini görmek, insanın içine çok çeşitli, acı sıkıntılar ekerdi. Film bittiğinde ise; olayı tamamen bilim-kurguya verip, “mevcut ortamın bununla alakası bile yok.” diyerek içimizi rahatlatırdık ve rutin hayatlarımıza devam ederdik.

Ama şimdi anlıyorum ki; o zamanlarda filmin bitiminde kendimizi avutma şeklimiz tamamen bir yanılsamaymış! Adım adım değişime uğrayan toplumumuzun durumunu gerek günlük hayatın işleyişi içinde, gerek medya organlarında ve yazılan-çizilenlerde her incelediğimde; az önce anlattığım tablo ile bire bir çakışır halde gördüklerim!

Yukarıdan veya aşağıdan, ama illa ki –dışarıdan- şeytani bir güç indi birilerinin doğrudan beynine!

O güç, ilk buluştuğu uygun yapıdaki insana ve onun yakınındakilere bir şeyler vaadetti ve yüzde yüz yorumsuzca, şüphesizce kendine bağladı onları. Akabinde boş boş, düşünmeden, iki kuruşa hayatta kalmaya çalışan büyük kitleye etkili şekilde hitap etmeleri için o ilk seçilmişlere bir iksir aşıladı. Bu iksir sayesinde onlar; o koskoca halk kitlesinin aydınlık taraftan yana düşünmesine de engel olabildiler.

Ve şimdi
aynen o eski bilim-kurgu filmlerdeki korku verici istilada olduğu gibi, hızla değişim tamamlanıyor.

Sanırım tamamen istila edilmekten başka alternatif de kalmadı artık, çünkü
çok sayıdalar ve o güce karşı düşünenleri, eylemi bırakın, düşüncelerinden dolayı bile bertaraf ediyorlar!

Tıpkı o eski bilim-kurgu filmlerindeki gibi; bu topraklar tamamen kurumadan, bütün doğan çocukların beyinleri o şeytani güç tarafından ele geçirilerek, istediği yönde programlanmadan, hala ele geçirilememiş olanlar bir şeyler yapmalı!!!


ARIZA ADAM
Ömer


28 Ağustos 2010 Cumartesi

Tek don, iki yumurtalık

Evet mi, hayır mı?..

Zaten 12 eylüle kadar başka meselemiz de yok değil mi?!..

Artık bu süre içinde tek endişemiz;
“Acaba referandumda evet mi çıkacak, hayır mı?”… Zaten yıllardır refah ve zenginlik içindeki Türk halkının varabileceği en büyük mücadele ve devamında da zafer buydu! İşte sonunda onu da bulduk! Artık bundan böyle evet’i, hayır’ı tartıştıkça, bir hanzonun iki yumurtalığı gibi milletçe ikiye bölündükçe başımız göğe erecek ve bütün sorunlarımız çözümlenecek!

Halbuki hanzonun iki yumurtalığı da sonuçta aynı donda mevzileniyor; bundan kimsenin haberi yok! Bu penis, belsoğukluğuna veya herhangi bir cinsel hastalığa yakalanırsa; o iltihaplı çişin son damlası bu dona damlayacak ve iki yumurtalık da ıslanacak, cıvıyacak, bunu gören yok! Bizim derdimiz artık varsa yoksa “evet” veya “hayır”… Ama evlerimize haftada kaç gün et-kıyma girebiliyor; kimsenin derdi değil!.. Bir din büyüsü sarmış gafil beyinleri ya; artık kitlenin gözü görür mü pirzolayı, kuzu etini, kıymayı!? Aferin işitilecek diye birilerinden ve oradan da bu yalancı takdir, en yukarı, Allah’a kadar iletilecek umuduyla kitleler bile bile gözlerini kör etmişler yani.

Sanki referandumda “evet” çıkacak da; “hayır” diyenlere karşı cihat kazanılacak!

Ve sanki “hayır” çıkacak da; bir anda bütün cemaatlerin işleri son bulacak, sofu kafalar sadeleşecek, medenileşecek ve bir anda ülkeye demokrasi rüzgarları ile esenlikler gelecek!

Kardeşim; dedim ya; bu iki yumurtalık da aynı "şey"in sallantıları ve ikisi de birbirine sürtüne sürtüne aynı donda mevzilenmek zorunda! Birinin seçilmesi ile diğerini kesecekler mi de, o pis, kokuşmuş don tek yumurtalığa kalacak?!.. Topyekun bu pislenmiş donun ve mikroplanmış ‘şey’in iltihabını solumaya devam edeceğiz!

Bence galeyena ve dolduruşlara gelmeyelim de; bize gavurzadelerin giydirmeye çalıştığı daha da pis donları giymemek için bir olalım. Çünkü bunlar tehlikeli! Bunlar içten hesaplı… Tek yumurta ile dona hakim olacağız derken; bir bakarsınız bünyeyi tamamen hadım etmişler!

O zaman ne yapacağız?!

Dansöz olup, ampullü elbiselerle gavur milletlerine geyşalık hizmetine mi geçeceğiz?!

Ya da “evet” çıkarsa; “hayır” diyenler kıçlarına teneke bağlayıp, öyle dolaşacaklar veya “hayır” çıkarsa, “evet” diyenler mi kıçlarına teneke bağlayıp, kendilerini güven ortamına alacaklar?!

Kardeşim; bu ülke hepimizin! Başımıza örülmüş bu bölücülük çorabı hepimizin başında!..

Ve inanın bana; bu hayat tek yumurtalıkla daha zor olurdu! İyisi mi; biz malafatı koruyalım da bizi tez zamanda tümden hadım etmesinler ha? Ne dersiniz?..


Arıza Adam
Ömer


Arıza Adam fan sayfası:
http://www.facebook.com/ArizalarMeclisi

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Zombilerin sonu

Ne geldiyse şu zavallı dünya halklarının başına; 3 kuruş-2 ekmek davasından geldi. Önce kendi sonsuzluğuna inancını yitirdi ruhlar, sonra da bedenini hayatta tutmak için önce kendini, sonra da yakınlarını satmaya başladılar. Bu zincirleme inançsızlık büyüdü büyüdü ve hepimiz fiziğe, bu etten kemikten bedene, bu ölümlü yapıya demirlendik. Artık çok geç... Ne yaparsınız yapın, ne alternatif eğitimler, öğretimler yaratırsanız yaratın, pilates topitoşlarıyla top oynayın veya yaşam koçlarınızın kucağına oturun; hepimiz birer ölümlüyüz ve ölümlüler yıllar geçtikçe çürürler!

Onlar hayatları boyunca yer-içerler. Başkasındakine gözlerini dikerler. Alırlar satarlar ve en sonunda da kaderlerine razı olurlar. Bu onlar için
"çaresiz teslimiyet"tir. Bir tek öleceklerini anladıklarında imana gelirler, dünyadan ellerini eteklerini çekerler! Bir tür şartlı inanç...

Halbuki
gerçek teslimiyet; rahatın yerindeyken de, güzel yaşarken de, zorluklarla iç içeyken de, ne durumda olduğunu ayırt etmeden, yaratıldığın için Yaratan'a olan teslimiyettir. Gerçek teslimiyet bir yaşam sanatıdır. Tabii bu; zombi bedenliler için gereksiz bir detaydır! Onlar herşeyi beyin'e malederler ve zombi bedenlerini yaşatmak için sürekli kopartırlar, götürürler, çiğ et yerler ve uzak-yakın tanımazlar. "Neden?" diye sorulduğundaysa "Büyük balık küçük balığı yutar. Bu yaşamın kuralı." derler, sıyrılırlar.

Şimdi artık dönüş yok. Dünya halklarının çoğunluğu en baştan oyuna geldi ve daha beteri, bu oyunun gerçek olduğuna kendileri de inanarak, bu kokuşmuş 'Zombi Realitesi'nin dünyanın her yerine filizlenerek yayılmasına neden oldular. Artık yeni doğan bebekleri bile bu canlı mezarlıkta, küçük birer yiğici olarak doğuyorlar. Gözlerinde kopartma, ısırma, elde etme, çalma-çırpma ateşiyle, imandan uzak, düşünmeden bir şeyler ortaya koyma içgüdüsüyle, rotasız-amaçsız birer hayat peşinde...

Kan içmezlerse, çiğ et yemezlerse öleceklerine inandırılmışlar. Genleri feci şekilde
pis, karanlık!.. Üretmeyi, pozitif düşünmeyi, birliği gördükleri bile yok. Çünkü öyle anne-babalardan doğuyorlar onlar da birer zombi olarak.

Ve başımıza gelecek bir şey var. Artık çok geç...

Elleri-kolları bağlanmış, yapacakları bir şey kalmamış ve alternatif önerilerini dünya halklarına bir türlü dinletememiş, kendilerine alıcı bulamamış aydınlık ruhlar
çok güçlü bir müdahale bekliyorlar. Bu müdahaleyi, onların yıllardır yaratılışın kalbine yönelttikleri imdat çığlıkları çağırdı.

Artık çok geç... Yaratılışın pimini, gönüllerdeki isyan, feryatlar, çaresizlikler ve korkulu gözler çekti. Artık ne yapsanız faydası yok. İyisi mi; dünya halkları ve onları bu hale sokanlar zombiliğin sonuna kadar tadını çıkartsınlar.

Bekleyecek ve görecek zombiler!..



ARIZA ADAM
Ömer

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Uyan Türkiye uyan!!!

Ey insanoğlu! Özellikle de "Türkiye" denen kutsal topraklarda yaşayan insanoğlu! Uyuma uyuma!

Yoksa siz hala evinizin kirasını daha aza indirgeme, arabanızın benzinini daha az tüketme, evinize üç kuruş daha fazla getirme, müdürünüzün kıçını daha itinayla yalama, üzerinize başınıza daha afili kıyafetler satın alma, düzenli uğradığınız kafelerde, barlarda millete kendinizi daha çok beğendirip, hava satmaktan başka şey düşünmüyor musunuz?!

Uyan babam uyan! Dünyada insanlar nelerle uğraşıyorlar biliyor musun?! Diğer ülkeler artık dünya işlerini çözüp, çoktan rutine bağladılar bile ve sık sık ortalıkta cirit atan UFO'lu mahlukları araştırmaya bile başladılar, biliyor musun?! Hatta laf aramızda; artık onlarla görüşenler bile var!

Bir sürü ülkenin hükümetleri ve savunma bakanlıkları bile ellerindeki bütün gizli UFO dosyalarını halka sundular babam. Sen hala enflasyonda, piyasalarda, tarak-kürek işlerinde misin ha?! Yarın akşam tam karınla kan ter içinde sevişirken, bir anda aranızda ahlayıp, oflayan ve cinsel deneyimin nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışan cinsiyetsiz bir uzaylının varlığını bir anda farkedersen ne yapacaksın a babam?! Karıyı yatakta bırakıp kaçacak mısın delikanlım benim?

Raconunun sadece kendi yaşadığın çöplükte geçerli olduğunu anlaman için sana ne yapmak gerekiyor be gafil?!

Ya sen alkollüyken arka odada karını, şöyle kaslı maslı, güçlü kuvvetli bir erkek uzaylı becerirse ve karın da onun hastası olursa ne bok yiyeceksin babam?!

Ya da ara ara insanlara bizim ülkede de görünen şu UFO'lar artık iyice tozutup, bir akşamüstü ofisindeki en keyifli anında camdan seni takibe alıp da, bütün bilgisayarındaki o kokuşmuş iş bilgilerini göçertirse, kıçı geniş patronuna ne diyeceksin?!

Bunları daha hiç düşünmedin bile değil mi koçum?

Ama tabii, sen anca pilates topları üzerinde mastürbasyon yaparsın, yaşam koçuna hayatını teslim edersin, bioenerjicilere oranı buranı avuçlatırsın ve bir de ha babam de babam o garip e-posta gruplarında abidik-gubidik mesajlar okursun ve bir sürü insana o iletileri iletirsin! Ama hayata dönük bir uygulama sözkonusu olduğunda pısırıklaşır; "Yooo ben ruhta yükseliyorum bu bilgilerle. Hayat alanı benim dışında kalır." gibisinden savunmalarda bulunursun. Ya da "Para sevgidir." gibi boktan boktan dünyevi teoriler üretir, spritüel algı sınırlarına içine o pis kokan parayı da sokarak, ortama yeni bir renk katmak ister, kendini kandırırsın!

Babam, dedem, anam, yeni nesil kardeşlerim; tamam, iyi yaşamak için, çocuklarınızı iyi şartlarda bir hayat teslim edebilmek için canınızı şeyinize takıp, kendinize özel anlar bile bırakmadan, ruhunuzu size kabul ettirilmiş rutinlere teslim ediyorsunuz, ama bakın, diğer ülkeler artık bu "Dünyadışı Yaşam" gerçeğiyle ilgili bir ton kanıta ulaştılar ve ortalıkta bilmediğimiz bir ton olay dönüyor. Tabii biz yine ülkece o olayı da 10 yıl geriden takip ediyoruz.

Delikanlım benim, raconcu erkeğim, magandam, materyalistim, kapitalistim; her ne olursan ol bu dünyayı sana yedirmezler! Aha bak biraz orada-burada yayınlanan belgeleri, kayıtları incele de bir şeylerden haberin olsun! Öyle iş hayatında yaptığın bir kaç para getiren işle, hortumlamaya çalıştığın paralarla, kandırmaya çalıştığın vatandaşla, sırtına binme tekniklerini sanata çevirdiğin o zavallı çalışanlarınla bu iş bitmiyor! Araştırmalarını bizzat yap biraz; sonra yine görüşürüz seninle, ha ne dersin?

Benden söylemesi... Sonraki bana gelip de "Abiiiiiiii! Keşke seni dinleseydim! Karımı iki tane sırım gibi uzaylı erkek kaçırdılar ve üç gün boyunca tecavüz ettiler! Aaaah abim ah!" diye ağlama!!! Çünkü o zaman da ben sana; "Kendi gerçekliğine sahip çıksaydın kardeşim. Sırf miden ve gırtlağın için yaşamasaydın. Helal olsun adamlara, valla karını da fena mutlu etmişler!" diyeceğim inan bana!..

Uyan Türkiye uyan! Bir de uzaylılardan da pandik yemeyelim aman haaa!


ARIZA ADAM
Ömer

* * *


Bazı ilgili linkler:

http://www.siriusufo.org/tr/habergoster.asp?haber_id=66

http://www.siriusufo.org/tr/habergoster.asp?haber_id=91

1 Ağustos 2010 Pazar

Çaresiz Gafiller

Ben; oldum olası rutine göre yaşayanlara, düşüncelerini, inançlarını, eğitimlerini, eğlencelerini, ilişkilerini, aşklarını, dostluklarını 'kendilerine söylenilene göre' oluşturanlara gıcık oldum, gıcık olurum ve hep de gıcık olacağım. Zaten; bir bakıma da bu yüzdendir yıllanmış yalnızlığım. Çünkü hemen hemen hepsi rutine bağlamış, çaresiz gafillerdir.

17'li yaşlara kadarki rotasız yalnızlığımı, 18'imden sonraki meditasyonlu günlerime bağlayana kadar; nedenini bilmediğim bir isyan beynimi ve ruhumu kasıp kavurmuştu. Meditasyon; ister istemez insanı kendisi ile çok yoğun hesaplaşmalara iter. Bana hazır lop verilmiş rutinlerimi ilk kırma uygulamalarım da meditasyonlu geçen o yaz aylarında kendini göstermişti. Hatta, mimarlık fakültesindeki derslerimin bitiminde eve döndüğümde doğrudan kendimi odama kitlerdim ve tam iki saat yatar pozisyonda meditasyon yapardım. İşte; rutinlerimi böylesine radikal bir şekilde kırmış olmam, ilk etkilerini de ailemde göstermişti ve beni kendi rızamla Ege Üniversitesi Psikiyatristlerinden bir gruba görüşmeye bile göndermişlerdi!

Hiç itiraz etmemiştim ve o görüşmeye gitmiştim. Etrafımda 8 adet eğitim görevlisi psikiyatristin, ağzımdan çıkan her kelimeyi kayda alan meraklı bakışlarını hala hatırlar, hatırlar gülerim! Sonuçta bir şey de çıkmamıştı. Ben yine, alabildiğine hızlı, kendi hayat seyahatime, notlarımı ala ala devam etmekteydim.

Bugün; kendini akıllı ve hayatı çözümlemiş sanan bir ton çaresiz gafille iç içe yaşıyoruz. Bu büyük kitle zaten şu an dünyanın da dengesini bozmuş olan mikrop sürüsüdür. Dünyayı toptan kansere sürüklemiş olan bu kitlenin dışında ise çok az miktarda sağlık gösteren hücre kalmıştır. Bu sağlıklı hücrelerse tahmin edildiği üzere sayılıdır ve kanserli kitle tarafından her zaman hor görülerek, ezilerek, nesli tükenmeye zorlanarak saf dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Çünkü çoğunluk olarak insanoğlunun içine şeytan kaçmıştır ve ne geyirerek, ne osurarak, ne de ameliyat edilerek, artık bu şeytanın çıkarılması mümkün değildir!

İşte; kendini bilen ve içindeki o hatasız ışığı keşfetme yoluyla, bütünün ruhuna söyleneni duyabilen herkes, kesinlikle o kanserli kitle olan çoğunluğa gıcıktır ve de bu gıcıklık zaman geçtikçe gargara ile bile yokedilemez hale gelmektedir! Bademciklerse zaten çoktan alınmıştır ve artık mikrop tutucular da kalmamıştır!

Yakınımda, uzağımda, ailemde, sülalemde, dibimde, midemdeki gazda veya beynimde, rotası aydınlık olan ruhuma etki etmeye çalışan bütün bu rutinci, çaresiz gafillere uyuzluğum yüzünden, onlara kendileri gibi uyuz bir tiplemeyle videolarımdan seslenmeyi seçtim.

İşimin, yani bireysel video misyonumun, kara mizah üzerinden, -aslında gerçeklerle- daha doğrusu kokuşmuş kanserli kitleye, yani o çaresiz gafillere yönelik olduğunu anlayan sağlıklı ruhlar, kara mizah skeçlerimle insanlara neyi anlatmak istediğimi zaten anlamaktadırlar.

Beni özde anlayan herkes; dünyanın sağlıklı kalmış o küçücük kitlesinin benim gibi bir parçasıdır ve kardeşimdir. Esas kardeşlikse ruh renginden doğan kardeşliktir. Diğer kardeşliklerin hepsi rutine, ezbere, hazır sunulmuş olana ve fiziğe dayanır.

O halde;
BÜTÜN KARDEŞLERİME SELAM OLSUN!


ARIZA ADAM
Ömer Dalman