24 Mayıs 2010 Pazartesi

Dırdır arttı, hatlar karışık

Gönül daralmasından mıdır, kalp sıkışmasından mıdır, stresten midir, dırdırdan mıdır bilmem ama, bir süredir kalbimin hatları yoğun trafik altında... Hem de sağanak bir yandan, arkadan flaşörleri yakıp söndüren piçler bir yandan, yanımda oturan avradın alakasız alakasız dırdırı bir yandan!.. Hatlar karışık anlayacağınız kalbime doğru giden...

Otobanından, tali yoluna, yan yoluna, hatta dar sokaklarına kadar fena karışık...


Belki de sadece etekleri altında bir avradın yıllarca sabitlenip, her türlü yağmura karşı bu saçağın altına sığınmaya alıştığımdan... Ve bu yıllanmış süreç içinde yağmurdan kaçarken sürekli doluya tutulduğumdan... Yani karı dırdırından!.. Kim bilir?..

Eeee hayat bu; bir tarafta kazanırsın, bir tarafta kaybedersin. Tam "Yükseldim sevgide, aşkın kitabını yazdım. Çoluk-çocuğa karıştım ulan ben! Ufak bir kedi oğlum bile var! Savulun ulan; hayatım tam rotasına oturdu, gidiyor tıkır tıkır." diye nağralar atarken, bir de bakarsın ki; o rotanın baş kurucularından biri söz hakkını fazlaca eline almış, çatır çatır her durumda sana saydırıyor!.. Biraz daha izin versen; bırak ruhen iyice kararıp, Boğaz Köprüsü'ne atlamak için bir acele gitmeyi, hayat boyu birlikte yapılmış olan bütün yanlışların faturalarını da bu arada sana kakalayacak avrad!

Yani öyle kolay değil hayat dostum! Yanında hayat yarışında edindiğin bir ortağın varsa; (yani eşin veya sevgilin) bazı hak-hukuk meselelerindeki dengelere kesinlikle en baştan dikkat etmen lazım. Sonra dönüşün çok zor olur çünkü! Ya katil olursun, ya suçlanır, ayrılıp bir de borçlu çıkarsın, ya da işe yaramaz hale gelir, bir sonraki evlilik macerana ayırma olasılığın olan umudunu da yitirirsin, çöpe gidersin! Şakası yok; vallahi alkolik bile olursun, kendini tanıyamazsın dostum!

Kıçım mı tutuştu nedir bilmiyorum, ama sanırım 41 yaşımın ilk aylarında, yani kıllarımın ufaktan ağarmaya başladığı bugünlerimde hayatımdaki her şeyi daha detaylı sorgulamaya başladım. Yanımda dırdır yapan avradı bile!.. Çünkü bilirsiniz; "avrad erkeğini rezil de eder, vezir de..." diye bir laf vardır!

Bu zamana kadar her ikisini de olmayı tam beceremedim, ama "Bu yıldan sonra acaba bunlardan bir tanesi olacak mıyım artık?" diye panik ataklar yaşamaya başladım. Çünkü yıllar geçtikçe herkes bilir ki dırdırın da şiddeti artar. Sevgi de artmıştır zaten artabileceği kadar, ama eğer artan şiddetteki dırdır, yavaş yavaş sevginin önüne baraj çekmeye başlıyorsa; bu durum gerçekten de sakata gidebilir!

Belki de belli bir yıldan sonra, birlikteliklerdeki gaz-fren dengesi erkeğin eline geçmeli diyorum ben şu sıralarda. Çünkü yaşı ilerledikçe, hayattan maddi anlamda beklediğini bulamamış, dırdır miktarı da buna oranla artmaya başlamış kadına kalsa; ya en sonunda akrabaları tarafından hastaneye kaldırılırdı, ya da evde cinnete neden olup, koca bir ailenin hayat alanından on dakikada silinmesine neden olurdu.

İşte; içgüdülerim sayesinde sanırım alarm çanlarının sesini duymaya başladım ve bu yüzden son günlerde kalbime giden damar hatlarında, tıpkı bu rezil otobanların durumu gibi kuralsızlıklar, itişmeler, kakışmalar hissetmeye başladım. Yan koltukta oturan avrad sanırım bu kokuşmuş otobanın sağlıksız ama hızlı akışına fazlaca kaptırmış kendini.

Ona artık bu direksiyonun benim ellerimde olduğunu belli etmem lazım. Biraz ani fren, ani gaz, biraz fazlaca debriyaj... Yan şerittekilerle kapışma... El hareketleri çekmem filan lazım ki; yanımdaki paniklesin, can derdine düşsün! O zaman mutlaka dırdırı da, 'yutulan hıçkırık' gibi bir süre daha frenlenecektir!

Ve evet! Direksiyonun aslında benim ellerimde olduğunu hatırlasın ve yerine otursun! Size de tavsiyem; çok geç olmadan ve ani şoklamalar gerekmeden, ufak ufak gaz-fren hareketleri sergilemeye başlayın!


Arıza Adam Ömer

21 Mayıs 2010 Cuma

Haddini bil ey İnsan!



Ey yolundan sapmış, üretkenliğin kutsallığını unutup, işinde-gücünde üç kağıda sapmış, orada burada ağzıyla ikide bir helal kazançlardan, doğru yoldaki bir hayattan bahsetse de; eylemlerinde harama bulanmış, fikir hırsızlığı, kopyacılık, düzenbazlık ile geçinmeye alışmış, dünyada sürdürdüğü üç kuruşluk hayatı boyunca artık bütün bunları ‘doğal’ sayan zavallı insan!

Senin lafların artık geçersiz! Senin peşinde koştuğun ve büyütmeye çalıştığın bu maddi dağlar, çoğulcu, karmakarışık toplumsal çözüm önerileri yalan!.. Bize ürettiğin ve önümüze yem olarak attığın şarkılar, poplar, toplar; yaşam kalitemizi kendi ellerimizle öldürten, değerlerimizi sıfırlamaya yönelik birer tüketim bombası!..

Ellerimize özendire özendire tutuşturduğun o teknolojiler, ha bire çözünürlükleri artan TV’ler, içine galaksimizi sığdıracak kadar gelişmiş bilgisayarlar, her an her yerde birilerine yakalanmamıza neden olan son teknoloji telefonlar; sadece bizi o pırıl pırıl, üzeri perdelenmiş, sonsuz hayal gücü ve özgürlüğü olan benliğimizin gözlerini iyice kör eden, onu köle eden birer filtre!..

Sen; bütün bunlara meydan vermiş ve halen de bu kör dağın büyümesine yatırım yapan insan!

Unutma; sen işin bu tarafını, yani bu balçığı, bu çamuru büyüttükçe daha dibe batıyorsun. Çaresiz çırpınışlarınsa seni sadece daha da dibe batıracak, inan! O çırpınışların ki; zaten hepsi de yine sana bilerek, en berbatından önerilen tedbirler!..

Tutun bakalım sonsuz teknolojilerine! Tutun bakalım çevrenin sana kazandırdığı ‘alt ederek üste çıkma’ anlamındaki başarı hedeflerine! Tutun bakalım ey insan; mana ile bezenmemiş, temeli taşa-kayaya dayalı ukala beynine, dünya bilimine!

Yakındır tırpanlanması şu senin Savaş Uygarlığının!

Kendini sürekli dışında tuttuğun, ihtimal bile vermediğin, gözlerini bile bile kapattığın ‘o bilinmeyen’ gelip de, tepeden başına indiğinde; i-phone’unu, cep telefonunu, laptop’ını, hiper yüksek çözünürlüklü LCD’ni ve arabanın marşını panik halde parmaklamakla bir halt olmayacağını göreceksin!

Ve işte o zaman anlayacaksın daha yolun başında, kendin dışındaki herkesin kuyusunu kazmak yerine, kendini parmaklaman gerektiğini!

Kendini parmaklamadığın her seferinde, o büyük sonda başına gelecek koca dev parmağın boyutu daha da büyümekte!..


Arıza Adam Ömer Dalman


Yazının gerçek linki: http://www.bloggrup.com/haddini-bil-ey-insan/

Paracı Koçlar


Hayat çetrefilleştikçe, dallandıkça budaklandıkça meslekler, insanlar, beyinler örümcekleştikçe ve tembelleştikçe bireyler, bedavadan para kazanmaya odaklandıkça, terbiyesizleştikçe, umarsızlaştıkça, kendi cinsine karşı saygısızlaştıkça insan, yeni yeni, hilkat garibesi sektörler, her dalda yeni yeni para kaynakları, yeni yeni alternatif çözüm kaynakları fink atmaya başladı malum!..

Yalansa söyleyin beyler!?..

Ne oldu? Ses yok galiba ha?..

Hımm... Ne oldu? Yoksa siz de gerçek üreticilik ve yeteneklerini azimle, coşkuyla, kutsallık içinde kullanarak iş üreten ve hayata katkıda bulunanlardan değil de; ağzı daha çok ve ustaca laf yapıp, ona-buna 'büyük işlerin liderliğini üstlenmiş' görünerek, omuzlara binerek geçinen tiplerden misiniz?!..

Sorun değil canım! Biz de zaten şu iki kuruşluk aklımızla sizleri veya diğerlerini yargılayacak cürette asla değiliz!.. Bir iki laf edip, sonra gideceğiz karşınızdan. Yoksa ne haddimize!!!

* * *

Hani insanların hayatları ve kafaları karıştıkça ortaya çıkan alternatif çözümlerden bahsettik ya az önce... Onun gibi bir şeylerden kısaca bahsedip, gideceğim hemen merak etmeyin!

Eskiden "meslek" denen ve de icra edilmesi "ustalık" isteyen şeyler vardı insanların işinin ehli olup-olmadıklarını gösterdikleri ve sonunda da hakkıyla para kazandıkları... Şimdi; dediğimiz gibi işler biraz karıştı ve 'ustaca laf yapan ağızların' kaptıkları işlerin sayısı, gerçekten ve ustaca iş yapanların kapabildikleri işlerin sayısını çoktan bastırdı.

Eskiden hasta olanlar, ya doktora, ya psikoloğa, ya da psikiyatriste giderdi. Ama şimdi ne oldu?!

Çekinmeyin söyleyin; şimdi ne oldu yahu?!..

Peki peki onu da ben söyleyeyim ki; sonunda bir sürü çürük yumurtayı da ben kafama yiyeyim ve Onuncu Köy'e, Bekir Ağabeyim'in yanına göçeyim, gideyim!..

* * *

Artık derdi olanın karşısında bir ton alternatif çözümcü var efendim!

Sokakta doğru dürüst yürümek için koçlar, kalemi düzgün tutmak için farklı koçlar, sevgilinizle iyi sevişmek için farklı koçlar, doğru sözü doğru yerde etmek için farklı farklı koçlar var dört bir yanda!

Hatta doğru mesleği seçmek için, Allah'ın nefesini doğru alıp-vermek için, doğru müziği, doğru mekanı, doğru dürüst pofuduk yastığı seçmek için bile farklı farklı koçlar var dört bir yanınızda!..

Yakında doğru filmleri evinize almak ve doğru saatlerde, en uyumlu enerji titreşimleri ile o filmleri izlemeniz için de farklı koçlar çıkacak piyasaya!..

Ha bu arada, şaka değil bakın! Duydunuz mu?! Yeni haber aldım bunu:

Global krizin ilerleyen saatlerinde ortama bir de "Para Koçları" peydahlanmış!!!

Hadi bakalım; artık paraya sıkışmayacaksınız ey dünya halkı! Moralinizin bozulması için hiç bir sebep kalmadı ortaya Para Koçlarının da çıkmasıyla!

Koçum benim, yumurtam! Koç yumurtam benim!!! Tek yumurtam benim, ikizim, tekizim!..

Koçummmm!!!



Ömer Dalman (13.05.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



666 inbox



Olamaaaz!

Bu sabah yahoo.co.uk mailimi açtığımda; okunmamış ileti sayımın "666" olduğunu görünce, mail boxıma şeytanın kaçtığını düşünüp, "Acaba ne yapsam?" diye, önce internette geniş çaplı bir search (Türkçe mealiyle 'araştırma') yaptım! Sonra yine tatmin olmadım; 'girip de çarpılmayım' diye yine internetten büyücü hocaların iletişim numaralarını buldum. Bir de baktım ki; çoğunun danışmanlık vizite ücretleri prof. doktorlarınki kadar yüksek, bu yüzden o yola da başvurmadım!..

Şimdi kendi kendime "Acaba mailboxımı açsam çarpılır mıyım ve bundan sonra eşimle de birlikte olamam, onu haşır ve de neşir edemem mi?!" diye kuşkuya düştüm! Malum; bir de bu işin sonunda dükkanı kapatıp, sessiz sakin oturup kalmak da var değil mi?!

Peki ben şimdi sizce mailboxımı açsam mı, açmasam mı?!!

Aahahahhahaaaaaaaaaa!!! 666 inbox; yeaaaaaa!!!


(Not: Vallahi üzerinden editlemedim inbox ileti sayımı. Sadece linkimi üzerinden gizledim, o kadar.)


................................

Ömer Dalman
(13.05.2009)

www.antoloji.com/omer_dalman

Trafiğimize kızgın maşa lazım



Ben; bu cennet vatanın sınırları içinde yaşayıp da, bastığı toprakların ve o toprakların gerçek sahibi atalarımızın değerini bilmeyen şahsiyetsizlerin yükselip, kendi işlerini yoluna koyup, geride kalanları becerircesine ülkeyi hiçe saymalarını istemiyorum!

Onları günden güne çaresizliğe ve umutsuzluğa sürüklemelerini, çoğunluğu oluşturan emekçilerin kanlarını tıpkı aç, doyumsuz vampirler gibi kesintisizce emmelerini şiddetle kınıyorum. Hem de bütün bu döngüye göz yumup, çarka ortak olmuş yakınımdaki veya uzağımdaki bütün yalakalara rağmen!..


Bütün bu umarsızlığın lanetli ve kişiliksiz sularıyla beslenerek filizlenmiş bu hakim psikolojinin eseri, yine iğrenç, leş gibi maganda nefesi kokan otobanlarının ve caddelerinin zavallı gündelik hayatımızın hastalıklı damarları olarak anılmasındansa bıktım. Artık dayanamıyorum!..

İşe, yani 'adam olma' işine, ülkemizin can damarları olan trafikteki bu pislik varoluş biçimlerinin dibinin kurutulmasıyla başlamak lazım!

Bunun yapılması ise öyle aylarca yazıp-çizmekle olacak iş değil kardeşim! 'Adam' gibi
dimdik olacaksın ve önüne çıkanı da adama çevirmek için gerekirse dürteceksin, tokatlayacaksın, kötekleyeceksin!..

Bu zamana kadar, umduğumuz yöntemlerle ülkemizin can damarları temizlendi mi bu leş kokan ayılardan, pisliklerden?

Yoooo?..

E o halde işe 'adam' gibi başlayacaksın eline sopanı alıp! Arslan gibi cezalarını ve yaptırımlarını kuşanacaksın! Aksi halde boş konuşmaya devam ederiz. Gazete ve televizyonlardaki haberleri izleyip izleyip, "Vay anasını, olaya bak!" şeklinde salak şaşkın tepkilerle zaten boktan hayatlarımızı daha da kıç bezi (Tuvalet kağıdı olmadığı zamanlardaki hijyen malzemesi!) haline getirmeye devam ederiz.

Ben; sokaklarımızın, caddelerimizin, otobanlarımızın içine sıçan, merhametsiz ve küstah, eğitimli veya eğitimsiz bütün magandaların, kim oldukları kesinlikle ayırt edilmeden itibarlarının liğme liğme edilmesini istiyorum! Çünkü burası benim ülkem ve belki de hala medenileşmeye ümit vardır diyorum!

Bir sokağa sapacakları zaman; lanet olası sol ellerini zahmet edip, oynatıp, bir sinyal bile vermedikleri için karşısında bekleyen sürücüyü boşuna bekleten küstah ayıların anında tespit edilerek, arabalarından indirilip, sol ellerinin bir kasap tahtasına yatırılarak, pirzola gibi demirle dövülmesini istiyorum şinitzel haline gelip, mosmor oluncaya kadar!..

Otobanlarda sözümona sınırlandırılmış üst hız sınırını aşarak, önüne çıkan her taşıtın kıçına giren ve flaşörlerini yakıp-söndüren küstah aceleci ayıların o dakika arabalarından indirilip, o caddenin veya otobanın ortasında düzenlenecek bir törenle, bütün topluma rezil edilmesini istiyorum!

Bu medeniyetsiz ayıların üzerlerine özel janjanlı elbiselerin giydirilip, bir minibüsün çatısında maskot gibi, sokak-sokak, müzik eşliğinde gezdirilmesini istiyorum! Millet onlara nanik yapıp, karşılarında göbek atmalı...

Sitelerin içlerinde ortalıkta dolaşma ihtimali olan bir sürü çocuğun varlığına rağmen düşüncesizce vızır vızır, kamikaze gibi giden vicdansız ayılarınsa o sitenin sakinleri tarafından durdurulup, aşağı indirilip, yüzlerce osmanlı tokadı ile şereflendirilerek, medeniyete bir adım daha yaklaştırılmasını istiyorum!

Adamın biri, yanında taşıdığı tanıdığını yolun sağ tarafında indirmek için durduğunda; arkadan kıç kıça, bodozlama ilerleyen sözde medeni, şık görünüşlü şehir ayıları cazır cazır korna çaldıkları zaman, anında bütün caddenin akışının kesilip, şipşak bir lokal anesteziyle, o kornaları çalan bütün ayıların kıçlarına birer pompalı korna monte edilmesini ve bağırsakları parçalanana kadar o kornaların bağırtılmasını istiyorum! Öyle ki; bundan böyle hiçbir olay karşısında sabırsızlık gösteremesinler.

Caddelerde sık sık rastladığımız, keyfi veya ticari, sanki şeytanın sofrasına yetişirmişcesine acele ile yol alan, ne bok yediği belirsiz, ruhu bozuk sürücülerinse, bir an önce işlerini halledememeleri ve evlerine varamamaları için oracığa ayaklarından betonlandıklarını görmek istiyorum!

Ben bütün bu adam edici yaptırımların hem sivil anlayışta, hem de cezai şartlarda mantık olarak ilham kaynağı olmasını istiyorum. Ülkemin can damarları ve hayat akışının kanalları olan
trafiğin, mertçe, kimseye yaranma ve yalakalık derdi olmadan adam edilmesini istiyorum!

Ortalığı cehenneme çeviren, zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz bütün ayıların, vicdansızların, küstahların, ayırt edilmeden iplerinin çekilmesini istiyorum medeniyet yolunda. Çünkü, geldiğimiz bu umarsızlık noktasında, kızgın maşayı ele almadan, bu ayıları korkutmadan, yaptırımlara boğmadan, gram ilerleyemeyeceğimizi adım gibi biliyorum!

Ne yani? Sizce de haklı değil miyim?!

Yoksa siz de, bu ayıların arasında onlar gibi yaşayıp, giderek kendini gizleyen ve ortama uyan çözümsüzlerden misiniz?!

O halde sakın ha birgün yolda-sokakta benim karşıma çıkmayın!!!



Ömer Dalman (28.05.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman




Noktalı Virgülümü geri istiyorum!



Ne zamandır yeni moda yazarlarca, gazete ve dergilerin editörlerince ve televizyon programlarındaki alt yazıların sahiplerince, pabucu tamamen dama atılmış şu bizim "noktalı virgül"ümüzün hüzün dolu özlemiyle yanıp, kavrulmaktayım.

Yok muydu acaba hiçbir anlamı "noktalı virgül"ün yazım ve okuma hayatımızda? Acaba kendisi hiç bir şey katmıyor muydu anlamlarına yazılarımızın?..

Okuduklarımızı, kafamızın içinde vurgularıyla, duraklamalarıyla, bölümlenişleriyle daha doğru şekilde duymamızı sağlayan şey o değil miydi?..

Nereden geldi bu yeni moda futursuzluk? Biraz daha ileri götürdüğümüzde adeta hayatımızın doğru şekilde ve ritmde akmasını bile hiçe saymaya eş sayılabilecek bu saygısız tavır türk dilimizin içine ne zaman işlemeye başladı?..

Olayı hayatımızla bir tuttum, çünkü bir dil yapısı ve dilin doğru kullanımı, bir milletin yazım hayatının bireylerin düzen ve disiplinine kesinlikle doğrudan etkilerde bulunur. Bugün bir birey noktalı virgülü es geçer. Yarın virgülleri de gereksiz ve oyalayıcı öğeler olarak görmeye başlar. En sonunda bir de bakarsınız; şimdi olduğu gibi, gazetelerin, dergilerin birinci sayfalarında en az iki-üç anlamı birden çağrıştıran koca koca yanıltıcı başlıklar peydahlanmış!..

Eminim örneklerini siz de her gün görüyorsunuz, ama belki siz de artık bu tür disiplin öğelerini kullanmamaya sessizce ikna olanlardan olduğunuzdan, "Amaaan bana ne canım bundan?!.." deyip geçiyorsunuz.

Doğruyu ve güzeli ihmal yavaş yavaş içine sızar toplumların. Bakın; şimdi dil yapımızda da ortaya çıktı bu virüs!?

Gerekli, fonksiyonel ufak detayları gereksiz sayma gibi bulaşıcı bir virüs...

Bakın; bugün tıpkı yayım organlarımızdaki yazıların cümle yapılarında noktalı virgülün kullanılmamaya başlaması gibi, trafiğimizde kim bilir sürücülerin ne kadar büyük bir çoğunluğu da doğru dürüst sinyal kullanmamayı gayet doğal sayar halde!? Hatta bir de laf ederseniz; arabasından levyeyle inip, küfür dolu ağızla size dalacak kadar da terbiyesiz ve umarsızca rahat bu insanlar!..

Ben, tıpkı toplumsal ve sosyal yapımızın ve bireylerimizin hızla hayatın gerekli öğelerini değersiz saymaya başlamış olmasının bir filizi olan "Noktalı Virgül"ümü geri istiyorum ve kendi yazılarımda onu gerektiği gibi kullanıyorum!

Geçenlerde Sait Faik'in bir kitabını elime aldım.

Ve o ilk paragraftan itibaren hiçbir cümleyi yanlış vurgularla algılamama ihtimal kalmadı. Çünkü kendisi de "noktalı virgül"ü hakkıyla bal gibi kullanmışlardandı!..

Noktalı Virgülümü geri istiyorum!


Ömer Dalman (03.06.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



Fuzuli akıllı çoğulcular

İlerleyen müzik endüstrisinin suni cazibesi sonucunda, pop şarkılarına bin türlü suni efektin, yazılımın ve programlanmış enstrümanın, solistin sesinin seçilebilirliğini ikinci plana atarcasına, acımasızca katılmasıyla şarkıların çok daha güçlü ve güzel olduğuna inanan insanların görmemişcesine gururlanmaları gibi...

Ve daha, eliyle iki düz, bir eğri çizgiyi doğrultamayan bazı mimarların, önlerine tür tür hazır mimari programları yığmalarıyla ortaya koydukları endüstriyel ve kütük bina tasarımlarının 'pek medeni işler' olduklarına inanmaları gibi...

Zavallı ev kadınının görgüsüzce ve övünerek aldığı
kaçak çayı (Genelde İran çayıdır bu da...), tomurcuğu ve normal siyah çayı birarada harmanlayıp, malzemeden kaçmadan demlediği çayın en güzel içimli çay olduğuna inanması aynı fuzuli aklın eseri değil midir?..

Kaldı ki; ne zaman bir misafirlikte bu hazin tablo ile karşılaşsam, kendi evimdeki o alçak gönüllü çayın tadına kere dua etmişimdir! O ne berbat, çaydan kilometrelerce uzaklaşmış, ağzın içini buran, dili pelte eden, mideninse içine eden bir tattır!..


Basitçe dile getirdiğim bu üç iş alanının fuzuli akıllı kahramanlarının sizce de aynı görgüsüzlük, etiketçilik ve kibirin cazibesinde, ellerinde ne varsa aynı tabağa yığma ve sonucunda da ortaya hiçbir alımlığı olmayan, tarzı olmayan hilkat garibesi yemekler koyarcasına, aynı topraklarda yaşanan hayata ince ince kirlilikler kattıkları doğru değil midir?

Malzemeden sakınmayan, sadece gösterişteki bir elibolluğun endişesinde ölçüleri kaçıran, tarzları, anlayışları soysuzca yok eden bu yaklaşım, son yıllarda her yeri nasıl da sardı değil mi?

Peki sizce bu mantıksızca teknolojileşmenin ve materyel, araç bolluğunun altında yatan temel neden ne olabilir?

Sakın bu neden; insanları sadelikten uzaklaştırıp, 'komplike olan'a ilgilerini cezbedip, tüketip-atmaya alıştırıp, böylece sektörleri ve endüstrileri pompalayıp, dünyanın en üstünde kartallar gibi bekleşen bazı çevreleri hep en üstte kalıcı kılma güdüsü olmasın?..

Ve o kartallar dışında geriye kalanların, en basit tanımıyla 'köleler' gibi minimum beklentilerle sürekli çalışmaya güdümlenmelerini sağlamak olmasın?..


Ne dersiniz?..

Ya da siz o kartallardan mısınız, kölelerden mi acaba?

Peki bir ara nokta var mıdır sizce?..



.......................

Ömer Dalman (24.06.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman



Ucuz, ucuz; hep daha ucuz!

Ne şaşılası, gülünesi ve aynı zamanda da ağlanası hallerle bezenmiş bir haldeyiz topluca...

"Şimdi nereden de çıktı bu taşlayıcı cümle bir anda?" demek geliyor insanın içinden değil mi? Ama toplum psikolojimizin eserlerinden biri olan "ucuzculuk mantığı" ile ilgili burada anlatacağım örnekten sonra, bence siz de ilk başta sarfettiğim cümleme katılacaksınız.

Bilirsiniz; ülkemizde DVD filmlerin satış fiyatları gayet leziz!.. Ve o lezzete ulaşmak, o lezzetin hayatımızdaki sürekliliğini sağlamak için insanın biraz hani şu 'taşaklı' denen türden gelirinin olması gerekiyor! Çünkü efendim, evinizde bir akşam rahat rahat oturup izleyebileceğiniz bir DVD filmin fiyatı az-buz bir şey değil.

Ve tabii her sektörde, ülkemizin alışveriş piyasalarının kendi kendine üretmekte olduğu kuraldışı çözümlerdeki gibi, film sektöründe de muhteşem bir korsan piyasamız mevcut! Allah eksik etmesin başımızdan!!!

Artık Geliri orta seviyenin altında olan insanlarımız, hatta orta gelirli insanlarımız bile bu korsan film piyasası sayesinde akşamlarını alabildiğine şenlendiriyorlar. Korsanlar sağolsun vaziyeti yani! İki ekmek fiyatına kadar düştü artık DVD filmlerin fiyatı! Oh ne âlâ...

Geçtiğimiz yıl bu korsan arkadaşlardan biri şans eseri çalışmakta olduğum firmanın karşısındaki kafeye gelmişti.

Yaydı masanın ortasına cillop gibi her türden filmden en az yirmişer, otuzar tane!.. Gözlerim döndü bu kadar filmin elimin altında olduğunu görünce. Yasak film cennetinde kadın zebanilerle sevişmek üzere gibi hissettim kendimi!

Adam benden de rica etmişti; "Sizin firmanızda bir ton müdür filan da var abi" demişti. "Hani sen, şimdi onlara da bir telefondan haber ver de, almak isteyenler olabilir. Bu kadar yolu tek kişi için gelmiş olmayayım n'olur."

Aynen adamın dediğini yaptım ben de. Birkaç dakika sonra kafeye bizim firmadan müdürüyle, şefiyle, elemanıyla beş kişi daha geldi. Adam da onları görünce sevindi tabii.

Hepsi başladılar bütün filmleri taramaya ve filmler hakkında konuşmaya...

Yok işte "Aha bu film bende var; bir boka yaramaz." demeler, "Ha bunu alabilirim ben." diye vaatlerde bulunmalar... Yani herkes bir şey söylüyordu anlayacağınız. Bir yandan bakılan filmler masaya yayılıyor filan... Adam seviniyor 'filmlerim birazdan kapışılacak' diye tabii.

Sonunda laf fiyatı sormaya kadar geldi masada... Bizim arkadaşlar filmlerin fiyatının iki buçuk lira olduğunu duyunca bu sefer de başladılar "fiyatı biraz pahalı ama; ikiye versen belki alırız." demelere ve en sonunda hepsi bir tane bile film dan, işlerine döndüler. Bense; çatır çatır, büyük bir zevkle, tam bir alıcı tavrıyla 'otuz üç adet' filmimi aldım ve parasını da çatır çatır ödedim. Adamın da gözlerindeki kırgın şaşkınlığın biraz olsun azalmasına neden oldum.

Artık adamın, bizimkilerin, yani seçkin bir firmada çalışan seçkin arkadaşların, düzenli maaşlarına rağmen tek bir film bile almayacak kadar cimri davranmalarına bir anlam veremeyip, arkalarından ne tür küfürler salladığını bir ben, bir de adamın kendisi bilir!!!

Hani korsanlığa karşı tavırlarından dolayı bu hareketi yapmış olsalar; başım üstüne, ama adamlar bir nevi cimrilik güdüsünden dolayı, önlerine yığılan onca filmden bir tane bile almadılar!?.. Aynı filmleri bedavaya internetten indirme niyetine bürünmüşlerdi çünkü.

Ulan zaten herif ayağınızın dibine kadar gelmiş. Gerçek piyasasının yaklaşık yüzde doksan altına film veriyor ve siz bunu bile pahalı bulup, ucuzun da ucuzunu arayıyorsunuz!? Doğrusu adamın küfürlerine en az onun kadar katılımda bulunduğumu söylememde bir sakınca görmüyorum!..

Ucuz, ucuz, daha ucuz! Her zaman bir şeyler daha ucuz olsun istiyoruz! İş kaliteli de olsa, indirim; kalitesiz de olsa indirim istiyoruz! Hatta artık herhangi bir şeyi satın alırken söylediğimiz son söz; "Eeee? Bana ne kadar indirim yapıyorsun?"

Hiçbir malın hakkını verme güdüsüyle değil; aksine emeği, detayın hatasızlığını, azmi, eserin hakkını, yani hayatlarımızda bize katkısı olan herşeyi hiçe sayarak, hep 'daha ucuz' diyerek kendimizi olabilecek en ucuz tavırla, en ucuz fiyata sata sata yaşıyoruz.

Acaba bir insanın değeri şu sıralar kaç liraya kadar düştü piyasalarda?

Alloooooo!? Size soruyorum!?


Ömer Dalman (12.07.2009)
www.antoloji.com/omer_dalman