22 Eylül 2010 Çarşamba

Pustu Kustu



Ortam artık puslu
doğruyu düşünen herkes dayanamadı kustu.
Zarar yok gerçi
oldum olası bu halk hep göğe baktığında
gördüğü hep şu pis 'pus'tu.

Lakin memleketin çoğunluğu tarrrağa yan bastı.
Benim de bağırsakları kesif bir gaz bastı.
Artık bu salakça ve içten mücadeleler
dedeyi, nineyi, veledi hepten kastı.
Pis osurmaya ramak kaldı.

Emekçinin ekmeğini arslanlar aldı
düşünenlerin aklını cahiller aldı
hayretler uçuşur havada artık
ne yapsak, ne etsek faydasız.

Herkes benim gibiyse eğer
Hep bir ağızdan
cayır cayır
kallavi osuruğa az kaldı!


ARIZA ADAM
Ömer

11 Eylül 2010 Cumartesi

Referandumdan bir gece önce

Bu akşam kendime, ne birada, ne çayda, ne kahvede, ne de puroda sınır koymadım! Deli gibi, manyaklar gibi, sapıklar gibi, alabildiğine içeceğim ve alabildiğine dumanaltı yapacağım kendi kendime!

Evdeki iki kadın nesli de yattı yataklarına zaten; kaldım bir başıma... Ha bir de Micho Amigo Dalman ismindeki kedim var; o da yaymış kıçını sabahtan beri uyukluyor. Yani ondan da hayır yok bana.

Zaten referanduma doğru iki gün öncesinden almışım teskim edicileri, uyku ilaçlarımı; bugün gün içinde bile üç saat uyudum fazladan. Şakülüm, kıblem şaştı. Akşam oldu, saat onikiye dayandı, daha yeni patladı afyonum. Bir de yarın da sandık başına gideceğiz oy vermek için ya; uykum artık hiç gelmez herhalde. Beynim titreşiyor, ruhum alevleniyor, sinirlerim deli gibi atık!.. Avrad ve küçük kız yanıma bile yaklaşamadılar sabahtan beri, 'paylarım' diye. Gerçi paylarını da aldılar bir ara sinir sistemimden yana, ama neyse!..

"Arıza Adam'a yakışır ara sıra hadise çıkarmak." derim, ama ne yazık ki bu hadiselere en çok da yakınımda olan sevdiklerim kurban gider ve bugün de bir miktar öyle oldu zaten! "Allah affetsin beni" diyorum. Başka diyebileceğim, sığınabileceğim bir koruma kalkanı da yok.

Sonuçta şu an geceyarısı ve ben ne tütünde, ne birada, ne de kahvede sınır tanımıyorum. Ne zaman uyurum bilinmez. Sinirim, derdim, hayat mücadelem, ülkemin risk altındaki geleceği ve doğrucuların başına gelecekler, yarınki referandumun sonucuna bağlanmış durumda. Ya boku tümden yiyeceğiz, ya da yırtacağız ve en Cumhuriyetçi şekilde, en Atatürk'çü şekilde medeniyete doğru hepbirlikte kanat açacağız.

Yarın, sonuçlarda çoğunluk "evet" çıksın veya "hayır" çıksın; dünyanın önünde ya hepbirlikte dansöz olacağız, ya da arslanlar gibi dik duran, ona-buna yaltaklanmayan karakterli bir ulus olacağız. TÜRK MİLLETİ olacağız!

Ya gündemlerimizdeki şu ana kadarki komedi devam edecek, ya da stratejisini çizmiş, Atatürk zamanındaki gibi ülkesi için ölebilen bir duruşumuz olacak dünya karşısında.

Ya yine diğer milletlerden gelecek şantajlara, direktiflere göre şu koskoca milletin hayat şartlarını ayar edeceğiz üç kuruş lokma için, ya da "Biz Türküz!" diyecek kadar sesimizi gür kılıp, kendi üretkenliğimizi ön plana çıkarıp, dünya milletlerinin dayatmalarına el açmayacağız. Ne olduğumuzu bileceğiz.

Dünya milletleri, artık atmosferde görünen UFO'lar üzerine bile araştırmalar yapmaya başlamış ve "bir felaket olursa bu dünyada nasıl sağ kalırız" sorusuna cevaplar aramaya başlamışken; biz, ya hala peçeyle, baş örtüsüyle, korsan Kuran Kurslarıyla cebelleşmeye devam edeceğiz, ya da adam gibi "insan" olup, gerçekten Allah yolunda temiz bir toplum olarak dünya insanı olacağız!

Ben yine yarın koşumu yaşarım, dalgamı alabildiğine geçerim, Allah nasip ettiği kadar işimi yapar, aşımı sağlarım, ama bu kutsal topraklar eğer sapkın hedeflere kurban edilirse; gün geldiğinde Atatürk'ün karşısında nasıl dik dururuz ve Allah'a ne hesap veririz, onu da ben bilmem!

Yarın referandum için sandığa gidiyoruz ve geceyarısı bu saatte, benim için tütünde, birada, kahvede, puroda sınır yok.


ARIZA ADAM
Ömer

Güç ve erkekler

Hükümetlerin, partilerin, Türk Silahlı Kuvveyleri'nin, PKK'nın, resmi-gayrı resmi bütün örgüt ve kuruluşların güçlerini ve uygulamalarını gördük. Huzurumuz kaçtı, şehitler verdik, bu yollarda telef olduk, ama hala yıkılmadık ve milletçe ayaktayız Allah'a şükür.

Hortumcuların, fırsatçıların, yalakaların, yandaşların ve üçkağıtçıların güçlerini gördük, onları afişe ettik; bir şekilde yine ayakta kaldık ve mücadeleyi bırakmadık. Sonuçta kârda olan yine bu devlet, bu millet olacak inşallah.

Bunca örgütün, kuruluşun ve yollu-yolsuzların gücü karşısında karşı tedbirlerimizin tanımını yaptık ve reçetesiz kalmadık Allah'a şükür. Biz de panzehirimizi ona göre ayarlıyoruz artık; alıştık bunlara.

Ancak; bütün bu güçlerin ötesinde, daha yıkıcı, çoğu zaman çözümsüz, insanı kaosa sürükleyen ve hayatı ona kapkara, umutsuz gösteren apayrı bir güç var ki; onu hep küçümsedik ve önemsemedik. 'Onu çözüme götürelim de rahat edelim' diye akrabalarımızı sattık, doğduğumuz toprakları terkettik, şehirler değiştirdik, anamızın ak sütünü tanımaz olduk. Onun uğrunda işimizi değiştirdik, eskilerimize cephe aldık, henüz kimliği oturmamış yeni'mizi savunur olduk. İsmimize, cismimize, soyadımıza karşı geldik. Kendi tarihimizi tanımaz olduk.

Sessiz, güzellik maskesi ile perdelenmiş, ahenkli ve estetik duruşuyla bu gücün önünde hep eğilip-büküldük, dilimizi şeyimize sokup, efendilik tasladık. Eğilip-büküldükçe de daha bir kemiksizleştik.

O gücün insan üstünde ne denli yaptırımcı ve kurnazca ayartıcı olduğunu hep küçümsedik.

Nedir o güç, hala tahmin edemediniz mi?!..


Şimdi söylüyorum:

Tabii ki dırdır'ın gücü!..

Kadının, avradın, karının, eşin, sevgilinin, yavuklunun gücü!

Daha da açabilirsiniz isimlerini, farketmez. Erkeğin karşısında, yazımın başında saydığım bütün o kuruluşlar, örgütler, şahıslar ve kurumlar bir şekilde güçlüydü, ama Dırdır'ın gücü, içten içe hep yıkıcı olmadı mı onun için?.. O saydığım şahsiyetsizlikleri ortaya koymasına hep o güç neden olmadı mı?

Yıkılan kankiliklerin, dostlukların, satılan akrabaların, terkedilen eski toprakların, elden giden mevkilerin ve en önemlisi, o masumca yaşama arzusunun, umutların ve rüyaların akibeti hep o Dırdır'ın gücünden dolayı aynı olmadı mı?

Bence her erkeğin en büyük imtihanı; Dırdır karşısında gösterdiği soğukkanlılık ve direnç miktarının ne kadar olacağıdır! Bu onun eğitimidir, sınanmasıdır, takviyelendirilmesidir. Komandonun sert eğitimi gibi, Dırdır karşısında erkeğin ayakta mı kalacağı, yoksa ipleri mi elden bırakacağı, onun geleceğini belirler. Günler geçtikçe daha bir kedileşmiyorsa, daha bir yelkenlerini suya indirmiyorsa, karakterinden bir şeyler eksiltmiyorsa; erkeğin hayattaki diğer zorluklar ve güçler karşısında yıkılması mümkün değildir! Çünkü o, hayatın en güzel, ama en tehlikeli yaratığı olan Kadın karşısında en büyük sınavını vermiştir ve çeliklenmiştir!..

Dırdır'ın gücü ile sınanmakta olan bütün erkekler adına; "asla ipleri ellerinizden bırakmayın" diyorum!

Hadi rastgele!


ARIZA ADAM
Ömer

1 Eylül 2010 Çarşamba

Haklı, Haksız ve Referandum

Beyler!

Sizler politikacılarsınız. Siyaset yapıyorsunuz ve ülkeyi de tam anlamıyla referandum yolunda ikiye böldünüz!..

Eh... Ellerinize sağlık! Allah ne muradınız varsa versin!

Meydanlarda harala-gürele bir çığırtkanlık, karşılıklı büyük-büyük, ukalaca laf atmalar, asıllı-asılsız suçmalar, lekelemeler, mesnetsiz ithamlar... Feci karmaşık bir laf salatıcılığı...

Çirkin, akortsuz, saldırgan... Genç-yaşlı bütün ruhların rengini bozan ses tonları...

Bu zaten sizin işiniz. Hatiplik sanatı... Yaptığını, yapmadığını, yapabileceğini, yapamayacağını laflarıyla allayıp-pullayıp, halka güzel görünme mahareti... Dahası; halkı üçkağıda getirme becerisi!..

"İki pehlivan çıktı meydane; herbiri birbirinden merdane" hesabı, atıp-tutuyorsunuz. "Allah ne verdiyse!.. Ner'den tutturursak... Halkı ne şekilde oltaya getirirsek kârdır." diyorsunuz.

Bu sizin sanatınız... Özellikle ayrım noktasına yaklaştıkça, yenişmek için bütün ülkeyi saran alabildiğine çirkin bir dövüş...

Ama; meydanda iki büyük pehlivan varsa ve ikisi de birbirine kesin tavırla meydan okuyorsa, illa ki bir tanesi doğru, diğeri ise yanlış... Hatta yalancı...

Adetlerimizden biridir... Bizim yollarımızda trafikte bir sürücünün hatası veya kasıtlı terbiyesiz bir hareketi olduğunda; haklı olan taraf, haklı olarak diğerine lafı koyar. Adamı azarlar. El-kol işaretleri yapar. Yüzsüz ve egosu yüksek, haksız taraf da hemen hemen her durumda üste çıkar ve sanki kendisi haklıymış gibi, aynen o da karşı tarafa giydirir lafı. Hatta hadsiz olduğundan, haklı olan tarafın üzerine bile yürür.

Ama illa ki iki taraftan biri haklıdır, diğeri ise haksız, hadsiz ve yalancıdır. Bu gerçek asla değişmez. Ustalığı yüzünden kendisini, olayı görenlere ve hatta olay yerine gelen trafik ekibine haklı gibi gösterse de, haksız taraf bal gibi de 'haksızdır'...

Gerçekten imanlı olanlar; olayın kaydının en tepede tutulduğunu zaten bilirler.

Kardeşim; şimdi siz referanduma doğru yürürken, o meydan-bu meydan birbirinize olur-olmaz atıp-tutuyorsunuz. Meydanlar rezalet! Ülkenin atmosferi rezalet! İşçinin, emeklinin, çalışanın durumu rezalet! Çarşı-pazar, et-kıyma, ekmek rezalet!..

Aynen trafikteki o çirkin kapışmalarımızda olduğu gibi; biriniz
yalancı ve haksızsınız.

Haklı olan, gerçekten hak yolunda, insanı için, halkı için en hayırlı olan sonucu ülkeye getirme adına bu mücadeleye gönül koymuştur.

Haksız ve yalancı olansa; asla bu ülke ve bu halk için hayırlı olanı istemez! İsteyemez!..

O yalnızca kendi insanlık-dışı amaçları yolunda, hırsları ve yüksek egosu uğruna koca bir halkı kendi vahşiliğine alet etmek için bu mücadelededir. Bu esas noktayı halka çaktırmaması da onun ustalığı tabii.

Bu ayrım noktasından yenik, ya da galip olarak ayrılsa da; haklı olan, hak yolunda kazanmış olacaktır.

Ve yalancı, haksız olan taraf...

Bu ayrım noktasından zaferle de, yenilgiyle de ayrılmış olsa; omuzlarına yüklendiği bütün bu koskoca halkın ruh yüküyle büyük ihtimalle cehennemi boylayacaktır.

Gerisi bizi ilgilendirmez!


ARIZA ADAM
Ömer